01 Kasım 2012

Metin Eloğlu


Metin Eloğlu 
Unutulmuş şair ve ressam, (1927-1985)

Edebiyat ansiklopedilerindeki yazar maddeleri böyle başlasa... Anlattığı yazarın ya da şairin kaderini bir-iki kelime ile özetleyerek... Sevdi-sevildi, yargılandı durdu, geçim derdine düştü... Yazar maddelerini okumanın dayanılmaz ağırlığı çekilmez olur muhtemelen. Eloğlu’nun kaderi üzerine yazdığım ‘unutulmuş’ kelimesi klişe gibi görünse de onun için bir gerçeklik taşıyor. Bakın Mehmet H. Doğan ne diyor: “Gidişinden on bir yıl sonra, Eloğlu gibi, sözcüğün tam anlamıyla has bir şairin böylesine unutulmuş olmasını aklım almıyor. Ama durup biraz düşününce, yaşarken de durumun fazla farklı olmadığını anlıyorum.” (Şimdi Uzaklardasın, Yapı Kredi Yayınları)

Metin Eloğlu, Boyabat’ın Perinçek köyünden Hasan efendi ile İstanbullu Nahide hanımın oğludur. Hasan efendi, yirmi yaşındayken karısı ve kızını köyde bırakıp İstanbul'a göç eder. Yusuf İzzettin’in konağında bahçıvan olarak çalışmaya başlar ve çok geçmeden komşu kızı Nahide’ye gönül verir, evlenirler... Kız çocukları Güzin’in ardından 1927’de oğulları Metin dünyaya gelir. İsmini komşu İrfan bey koyar. Çamlıca’da dünyaya gelen şairin çocukluğu burada, gençliği Üsküdar’da geçer.

Eloğlu’nun hayatının akışını belirleyen şairliğinin ve ressamlığının kökleri anne ve babasına uzanır. Babası Hasan efendi, Cumhuruyet’in ilanından sonra Belediye Bahçeler Müdürlüğünde çalışmaya başlar. Kadıköy, Taksim ve Gülhane parklarını düzenleyenler arasındadır. Hasan efendi, çiçeklerle adeta tablolar çizen bir kişidir. Metin Eloğlu’nun ressamlığını babasından, dile düşkünlüğünü çok güzel masal anlatan annesinden aldığı söylenebilir böylelikle. 1943’de Güzel Sanatlar Akademisi’ne girer. İki yıl düzenli okur. 

Bu sırada şiirle yakından ilgilenir ve sol eğilimli şairlerle arkadaşlık kurar. İlk şiiri de aynı yıl Kovan dergisinde Mehmet Metin imzasıyla yayımlanır. Derken bir gün, bir arkadaşının meyhanede yaptığı gevezelik yüzünden tutuklanır. İki ay hapis yatar. Çıktıktan sonra Eloğlu’nu bir sürpriz beklemektedir: Okul, kaydını silmiştir. Bütün uğraşlarına rağmen kaydını yenileyemez. Çareyi konuk öğrenci olarak 1947’ye kadar dersleri takip etmekte bulur. Akademi bitmeden askere alınır. İzin tecavüzünden ve disiplinsizlikten dolayı altı ay hüküm giyer. Cezalı askerliği beş yıl sürer. 


Eloğlu, hayatı karmaşa içinde ilerlerken Serveti Fünun, İstanbul, Söz, Varlık, Kaynak, Yaprak, Fikirler gibi dergilerde asıl adıyla şiirler yayımlar. 1951’de ise şiirlerini Düdüklü Tencere adlı kitapta toplar. Kitap, yirmi üç yaşındaki şairin ilk eseridir. Övülür ve övüldüğü kadar yerilir. Askerlik bittikten sonra 1952 yılında üç buçuk ay Yıldız Bahçeler Müdürlüğünde çalışır. (Oğullarının kaderi babalarıyla çakışır en az bir kere) Sonrasında bir yandan edebiyat hayatını sürdüren Eloğlu, ressamlık ve süsleme türünde çalışmalarla geçimini sağlar.

Metin Eloğlu, “eşyayı, olayları hınzırca yakalayan bir şair” olarak nitelendirilir. Şair ve ressam olarak ortaya çıkardığı işlerde duyarlılık ve zekânın muhteşem birleşimi görülür. Kendine özgü bir dil kuran şair olarak Garip ve İkinci Yeni ile ilişkilendirilir. Garipçilerin kurallarını kendine göre uygulamıştır. Garipçileri çarpıcı bir şekilde değerlendirir: “Onları hep aynı mahallenin aynı kahvehanesinde aynı nargileyi fokurdatan tiryakilere benzetiyorum.” (Asım Bezirci, Metin Eloğlu-Edip Cansever, Evrensel Basım Yayın) Şair olarak öne çıksa da önemli öyküler yazar.

Kendine has bir adamdır Metin Eloğlu. Arkadaşları onda şeytan tüyü var diye anlatırlar onu. Genizden gelen kahkahaları, yılbaşlarında kendi yaptığı resimli kartları arkadaşlarına postalayışı yer eder hafızalarda. Mehmet H. Doğan, ‘reis’ sözcüğünü sık sık kullanırken hatırlar onu. “Reis, iş yok bu şiirde! Unut bunu sen!” Yine Doğan’ın anlattığına göre, ziyarete gittiği evlerde sehpanın üzerinde bir vazoda yapma çiçeğe rastlamasın, bulduğu ilk fırsatta pencereden atmadan rahat edemezmiş. Çünkü onun için çiçek saksıda ve doğaldır. 

Mizacına gelince... Doğan’a göre şairin öfkesini şiirlerinden anlamak mümkündür. “Öfkesi çoğu zaman kınındaydı Metin’in, ama kından nasıl hızlı, göz açıp kapayıncaya kadar çıktığını fark edemezdiniz. Şiirinde de öyle.‘ Hanımefendi’ şiiri, haksızlıklar, eşitsizlikler karşısında bu öfkenin nasıl parladığının eşsiz bir örneğidir. Bu şiir yayımlandığı günlerde bazı sözcükler olduğu gibi yazılamadığı, yayımlanamadığı için o sözcükleri değiştirilmiş toplu şiirlerinin girdiği kitapta bu değişik haliyle çıkmıştır.” Mehmet H. Doğan Şimdi Uzaklardasın’da şiirin ilk yazıldığı halinin bilinmesi için 1967’de kendi evinde Eloğlu’nun banta okuduğu halini veriyor:

Utanmayıp da size kıçımı göstersem
Kıçımda don yok vallahi
Mevsim demokrasi saat sekiz suları
Hanımefendi karnım aç
Size söylüyorum hanımefendi
Kıçımda don yok dedim duymadınız mı
Karım geçen Perşembe öldü sağır mısınız
Cebi üç kuruş gören
İnsanın suratına tükürüyor hanımefendi
Neden olacak veremden tabii
Bakın gıcır gıcır bir gece saksıda zülbaharlar
Birazdan ayışığı da çıkacak
Ayışığı
Eşşoğlueşek

Bilmem anlatabildim mi
Size olan şu deruni aşkım değil mi ya efendim
Gün gelecek öleceğiz ölmezsek iyi
Zaten çatlak zurna bir düzen
Barışsız hürriyetsiz
Erkeklik damarımız
Sırası gelince kabarır hanımefendi
Niçin öyle bir tuhaf baktınız
Hem öyle bir kabarış kabarır ki
-Sözümüz mevlisten dışarı-
Siz bile apışıp kalırsınız.

“Bantta, bu şiiri Leylâ Erbil’lerin evinde okuduğu akşam ortalıkta nasıl buz gibi bir hava estiğini, yaşlı hanımın nasıl başını öne eğdiğini, evlatlığınsa daha “kıçımda don yok vallahi” dizesini duyar duymaz nasıl dışarı kaçtığını anlatırken dünyanın en keyifli kahkahalarını atıyordu.”

Metin Eloğlu, yaşamının sonlarına doğru sıkıntılı ve yalnız günler geçirir. Özellikle ikinci eşi Nur’dan ayrıldıktan sonra. Kısa bir süre sonra Bursa’da genç bir kızla evlenir ama ondan da çok geçmeden ayrılır. Çapa Tıp Fakültesi Hastanesinde uzun aylar yatar. Hastaneden çıktıktan sonra kendisine bakıcılık yapacak bir kadın bulur ve son günlerini onunla geçirir. 1985 yılında İstanbul’da ölür. (Burcu Aktaş-2009)



  

Eserleri 

1951-Düdüklü Tencere (Yeditepe)
1957-Sultan Palamut 
1957-Derleme: Garip Şiirler Antolojisi, (Ü. Y. Oğuzcan ile, Yay)
1959-Odun (Alpaslan Mtb.)
1961-Horozdan Korkan Oğlan (Dost)
1965-Türkiye’nin Adresi (Yeditepe)
1968-Ayşemayşe (Yay)
1970-Bektaşi dedikleri, (O. Tansel ile-Türkiye İş Bankası)
1971-Dizin (Güney-TDK Şiir Ödülü)
1975-Yumuşak G (Baha Mtb)
1978-Rüzgâr Ekmek (Ada)
1982-Hep (Adam)
1982-Yine (ilk altı kitabı-Adam)
1982-Şiirce, (son üç kitabı-Adam)
1983-Ay Parçası (Yazko)
1984-Önce Kadınlar (Adam)


Eserlerinde adının dışında Mehmet Metin, Mehmet Emin, Ali Haziranlı, Etem Olgunil ve Nil Meteoğlu imzalarını kullanmıştır.

 

Bendeki Metin Eloğlu...

 Önce Kadınlar'dan...
=================


Amma da yaptın şıllık kız
dağlıysak, insan değil miyiz yani ?
koyunları sattık, vurduk üç bini
öküzleri sattık, vurduk beş bini
bu parayı mezara mı götüreceğiz ?
hele gel, seni vizon pöstekilere saram
koluma takıp kervansaray'a gidem
sana Chat-Noir'lar alam mı?
koklayanın burnu düşsün
Jose İturbi'den Xavier Cugat'tan
sana pilak alam mı ?
o çalsın sen tepinedur,
seni eşek sütünden banyolara yatırıp
Camel'ini binliklerle yakam mı ?
Nylon'una ne verem?...
     

gibici
 -gibimtrak
 -gibilitik
 -gibiloji
 -gibimasyon


Ben sırtüstü
güz yüzükoyun
çiftleşiyor muyuz ne...


dağda deniz kovalıyorum
altımda o hayvan gemi
katırtırnaklarını güden
insan acemiliği işte
ha sen ölmüşsün
ha ben...


insan 
  kendisini pek
        ödeyemiyor
sen dur, bende var...


evde sanki bir konuk
ocağını, cezvesini getirmiş
telvedeki köpekle
ben zaten yoğumdu
ötesi fincan gece...




Yine' den..
=================


Leman Hanım,
size bir şiir borcum vardı ya
işte onu ödüyorum...


Hala sağ mısın lan
inatçı deyyus
zehir kimin için,
ucu ilmekli ip niye
icat edildi ulan
marsık,
elektrikli sandalye
Galata kulesi
atom ?
   ha !..


camı 
kırmak çok kolay
unu, hiç acıtmamak
çölü tez çimlemek
er'i dişilemek
piç'i babalamak
sonu ilklemek hemen
            zor olanı sen...



Bektaşi Dedikleri'nden...
===================


Sofu komşusu hep takaza edermiş Bektaşiye
 " Ramazanda olsun niye namaz kılmazsın ? " iye
E, gayri bizimkininde canına tak edmiş :
 " Kur'anda namazı yasaklayan ayet var :
 " La takrabussalate...
      yorumunu da şıppadanak yapmış :
 " Sakın ha namaza durmayınız..
Ne ki öbürüde az bilgiç değil hani,
 " Aman Erenler, demiş;
 "senin andığın ayetin yarısı ki;
  gerisi şöyle gelir :
 " Ve entüm şükara ! "
 " Yani sarhoş iseniz.."
Bektaşi bu, hiç bozuntuya mı verir :
 " A dost demiş; ben Mekke'ye
   bilmem ne başı olacak değilim,
   ezberlediğim kadarı , yeter de artar bana...


Tuzu kurular oturup konuşurlar
Konu : toplum ahlakının bozukluğu
içlerinden uzak görüşlüsü gösterir sonu
  " Böyle gidersek alt-üst olacak dünya,
    Ulular düşünüp buna bir çare bulsa.."
deyince, Bektaşi yekinip ayağa kalkar ;
  " Ne biliyorsunuz, belki altı üstünden iyi çıkar,
                           değmez bunca kaygılanmaya !.."


Köpeksiz köyde değneksiz gezenin biri
Bektaşi'ye gücü yetmiş, pataklar ha pataklar
ya bizimkinin yakarmasına ne demeli :
 " Ellerin nurdan kurusun e mi "
sormuşlar garibana kötek bitimi :
 " Yahu o ilenmende nur'un ne yeri var ?
Bektaşicik işbilirliğini takınmış gene :
 " Elleri kurusun da a canım, nedeninden bana ne..."


Bir Bektaşi Mısır'a gidip
     büyük dergahı arar :
 yalınayak yürümekten patlar tabanları
 yolda ,süslü bir araba içinde giysileri sırmalı
 erkek tavus gibi kurumlu birini görür
 yanındakine " Hidiv bu mu ? " diye sorar
 adam " Bu Hidiv'in bir kuludur " deyince
 Bektaşi ellerini öfkeyle kaldırır göğe :
   " Tanrım der, çok zor tüzeni anlamak
     bir Hidiv 'in kuluna ,
          bir de kendi kuluna bak !..."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts with thumbnails